26 Şubat 2024 Pazartesi


eric darbre fransız bir gazeteci. ömrünün yarısını doğu türkistan’da yaşanan zulmü dünyaya duyurmaya ayırmış. bu uğurda defalarca türkiye’ye, kazakistan’a, afganistan’a ve işgal altındaki uygur topraklarına gitmiş. hatırı sayılır sayıda belge ve bilgiyi toplamış. dünyanın pek çok parlamentosunda çin hakkında verilen aleyhte kararlarda onun canı pahasına elde ettiği görsel kanıtlar önemli rol oynamış. 

darbre, doğu türkistan’da yaşanan dramı yakından görünce, bu konudaki çalışmaları mesleki bir hevesin ötesine geçip, insani bir sorumluluğa dönüşmüş. muhtelif gazetelerdeki makaleleri ve uluslararası festivallerde gösterime giren belgesellerinin yanında bir de çizgi romana imza atmış fransız gazeteci: uygur türkleri, ölüme kafa tutan bir halk.

eser, doğu türkistan’da çin’in dünyanın gözlerinin içine bakarak uzun yıllardır uyguladığı sistematik soykırımı bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. darbre, otobiyografik bir anlatı ile uygur türklerinin -kendi deyimiyle- bir milyon yıldır yaşadığı topraklarda, maruz kaldığı mezalimi ve asimilasyona karşı direnişlerini okuyucuya sunuyor; tabii en çok da yalnızlıklarını…

eric darbre, sadece yaşananları değil, dünya kamuoyunun çin pazarını kaybetmemek ve kan donduran durumlara dahi insani hassasiyetler yerine ülke çıkarları doğrultusunda yaklaşmasını da konu alıyor. özetle fransız yazar, hepimizin gözleri önünde işlenen soykırımı ve insanlığın bu vahşet karşısındaki üç maymunu oynayışını bu kitapla yüzümüze çarpıyor.

eric darbre’nin kelimelerinin şiddeti eliot franques’in harika çizimleriyle daha da artmış. öyle ki çizginin gücüyle, diyalog olmayan sayfalar bile boğazda bir yumruya dönüşüyor. bu noktada çizgi romanın on üç yaş altı çocuklar için uygun olmayabileceğini belirtmekte fayda var. son olarak eseri türkçeye kazandıran karakarga yayınları’nın cesur tutumuna en iyi desteğin kitabı daha fazla insanla buluşturmak olacağı kanısındayım.

#kitap #çizgiroman #uygur #uygurtürkleri #doğutürkistan #şincan #éricdarbré #bookstagram #eliotfranques #lesouïghours #kitapönerisi #doğutürkistan #livre #esirtürklerehürriyet 

23 Şubat 2024 Cuma


z kuşağı sadece ismen tanısa da, x ve y kuşaklarının hayatının tam merkezindeydi süleyman demirel. baba nam politikacının bu konumu elde etmesinde yarım asrı aşkın süre türk siyasetinin her kademesinde görev yapması kadar kendisiyle özdeşleşmiş şapkası, kullandığı birbirinden ilginç deyimler, kocaman kafası ve gerdanıyla nev’i şahsına münhasır vücudu hasılı her hal ve tavrıyla fenomen oluşu da etkiliydi.

peki hangi demirel? barajlar kralı ve hür teşebbüsün kalesi demirel mi, sıkı devletçi demirle mi? yeni asyacıların “nurlu süleymanı mı yoksa yirmi sekiz şubat’ta laisizmin yılmaz savunucusu mu? turgut özal’ın yegane hasmı mı, özal’ı siyasete kazandıran mı? milliyetçiler birleşin diye kitap yazan, azerbaycan’da adına bozkurt süleyman diye şiir yazılan türkçü demirel mi yoksa elçibey’in hal’inden sorumlu morrison demirel mi? bu sorular o kadar çok artırılabilir ki…

aslında demirel hem bunların hepsi hem de hiçbiri… zira bir kısmı muarızlarının pire deve yapmasından kaynaklı bir kısmı ise elli yıldan uzun süre siyaset denen kaygan zeminde ayakta kalmak için yaptığı türlü manevraların sonuçları. işte, yıllardır türk sağı üzerine çalışan tanıl bora da demirel’in tüm bu serzügeştini derlemiş, toplamış ve meraklısının istifadesine sunmuş.

eser için titiz bir çalışma demek gerçekten çok az kalır. tanıl bora, mübalağasız iğne ile kuyu kazmış. sadece demirel ile ilgili yazılmış ya da onun kaleme aldığı eserlerle yetinmeyen bora, döneme dair hatıratlardan ses kayıtlarına, kenarda kıyıda kalmış demirel’e bütün malumatı toplamış ve bunları yeri geldikçe bazen bir tamlama yahut cümle olarak metnine yedirmiş.

tanıl bora popüler kültürü de ihmal etmemiş. karikatürlerden propaganda plaklarına, demirel’in izini her mecrada sürmüş. tüm bu emeğin karşılığı olarak da demirel’i merkeze alan son altmış yıla dair harika bir yapıt ortaya çıkmış. gayet hacimli olmasına rağmen dil zenginliği ve özgün anlatımıyla okuyucuyu içine çeken eser bir biyografi nasıl yazılır sorusuna verilmiş bir cevap aynı zamanda…


#demirel #süleymandemirel #tanılbora #biyografi #kitap #okumakiptiladır

17 Şubat 2024 Cumartesi


“ne efsunkâr imişsin âh, ey didar-ı hürriyet” bin sekiz yüz yetmiş altıda, magusa zindanında nâmık kemal’in kaleminden dökülen bu mısralar yetmiş altı yıl sonra nikos kazancakis’in kalemiyle ete kemiğe bürünüp, alexis zorba’ya dönüşmüş. evet, hürriyeti ve santurundan başka bir şeyi olmayan bir adam, yetmiş küsur yıldır, dünyanın dört bir yanında insanları derinden sarsıyor...

müdanasız, rindmeşrep ve hayyamî bir portre zorba. aklıyla değil hisleriyle hareket eden,  dünü ve yarını değil sadece bugünü düşünen, gerçeklikle bağı zayıf, normal kabul edeni görmezden gelen, hakim düzeni sadece hareket alanı olarak kullanan lakin tüm bunları yaparken, tanrı meskenidir diye kalp kırmayan diğerkâm bir karakter…

zorba çağın ölçütlerine göre bir kahraman değil aslında... eğitimli, para sahibi, iyi giyinen, her daim kontrollü ve yakışıklı patron kahraman kıstaslarının tümüne tik attırmasına rağmen antikahraman zorbanın o kadar gölgesinde kalıyor ki kazancakis ona bir ad koyma ihtiyacı dahi hissetmemiş. zorba kitabı bir antikahramanın, kahramana böylesi mutlak üstünlük kurduğu nadir eserlerden biri.

peki, zorba’yı bu kadar çarpıcı kılan nedir? 

zorba, çağın dişlileri arasında sıkışmış; hatta o dişlilerin kendisi olmuş, yaşamı gta’da verilen görevler misali, başkalarının dayattığı yolu hiç sapmadan adım adım yürümek bilen, öteki olmayı göze alamayan, hislerini, içinden gelenleri, akıl - din - toplum üçgeninin içine hapsetmiş bizlerin ukdeleri toplamı…

#zorba #alexiszorbas #nikoskazancakis #okumakiptiladır #draw #bookstagram #çizim #kitap #kitapönerisi #okudumbitti #kitap #book

13 Şubat 2024 Salı


arif şirin’in soyadını pek kimse bilmez. çünkü o, dostunun da düşmanının da belleğinde ozan arif’tir. ozan arif, türk töresinin ozana tanıdığı tanrısal imtiyazları sonuna kadar kullanmış, arkasındaki ilahi gücün hakkını verip her dönem otoriteye karşı dimdik durduğu için de ozan unvanı isimleşmiş ve soyadını dahi unutturmuştur.

ozan, halkın kalbindeki saza ve söze dökendir. merhum arif ağabey de dümdüz, halkın dilinden konuşmuştur. tokmak ve davul üzerinden yaptığı alegorilerle erotizmin sınırlarını zorladığı “nerden aldın bu parayı” parçası tarihin iyi hicivlerinden biridir. öyle ki türkçe rap’in patlaması bu parçanın sample olarak kullanıldığı cartel grubunun aynı isimli şarkısıyla olmuştur.

yine mamak zulmünü sansürsüz biçimde anlattığı nice parçasıyla on iki eylül cuntasının günah galerisini tarihe not düşmüştür. evren için yaptığı “bir it vardı” türküsü de aynı şekilde tarihi bir hesaplaşma görevi ifa etmiştir. ozan arif, “denge için” gençleri asan köpeğin içtimai hafızaya namıyla geçmesini sağlamıştır.

üzerinde durulması gereken bir yan da güneydoğu’daki terör meselesine salt güvenlikçi bakış açısıyla değil bölgenin meselelerine hâkim şekilde bakmasıdır. bölgedeki yoksulluk, geri kalmışlık ve merkezi idareye uzaklığın getirdiği zorluklar üzerinden getirdiği eleştiriler mahallesinde ancak ozan cesaretiyle yapılabilirdi. 

hasılı ozan arif ülkücü dünya görüşünün bağrında yetişse de her daim türk milletinin duygularına tercüman olmuş. bu yüzden muktedirler değişse de ozan arif’in adresi onuncu köyde sabit kalmıştır. merhum ozan; köroğlu, nesimi, gökalp… silsilesinin yirmi birinci yüzyıldaki altın halkasıdır.

bundan sebeptir ki, beş yıldır samsun’da bir kabri olsa da ozan arif türk milletinin maşeri vicdanında kurduğu otağında sazıyla, sözüyle dipdiridir. atsız’dan mülhem: ozan arif ölmüş, fakat sazı elinden düşmemiştir. ölmüş, fakat yenilmemiştir.

#ozanarif #ozanarifşirin #arifşirin #türk #ozanlık 

5 Şubat 2024 Pazartesi


hafızamız bir suretler galerisi. bireysel yaşamımızda olduğu kadar toplumsal hayatta iz bırakan isimler de simalarıyla birlikte belleğimize kazınıyor. tabii ki o eşkalle ilişkilendirdiğimiz olaylar ve sözler de zihnimizin aynı kompartmanında yer alıyor. işte, ibrahim halil çelik deyince benim aklıma öncelikle haleplibahçe’deki beyaz köşk ve oradaki kebap ziyafetleri geliyor. tabii ki bir de yirmi sekiz şubat sürecinin operasyonel medyasının sündüre sündüre kullandığı nutukları. -bunların en ünlüsü: “kan akar, şeriat gelir, fıstık gibi olur”- 

çelik, yerel başladığı siyaseti bu keskin tavrı sayesinde üst düzeye taşımış, bilinirliği artıkça söylemleri de daha fazla sertleşmişti. kuşkusuz bunda yukarıda sözünü ettiğim dönemin ikliminin de etkisi vardı. o denli büyük bir etkinin beraberinde kuvvetli bir tepkiyi doğurmaması eşyanın tabiatına aykırı olurdu. işte hem türkiye cumhuriyeti tarihinin en garip dönemeçlerinden birinde siyasetin göbeğinde yer alması hem de hemşehrim olması sebebiyle, çelik’in ismail sert ile yaptığı ve hece yayınları’ndan çıkan nehir söyleşini görünce hemen sipariş ettim. 

iyi ki de etmişim çünkü bu kitap zihnimde birkaç eylemi ve söylemi dışında malumat bulunmayan halil ibrahim çelik’in dünyasına doğrudan girme şansı verdi. ibrahim halil çelik’in ağzından, hem şanlıurfa’nın hem de türkiye’nin son kırk yılına tanıklık etme ve hafıza tazeleme imkanı buldum. ideolojik olarak farklı noktalarda dursak da, çelik’in, benim gibi çokça ülkede çiğköfte yoğurduğunu ve yanında isot olmadan seyahate çıkmadığını öğrendim. yine iflah olmaz bir kitap müptelası oluşu da onunla zihni yakınlık kurmamı sağladı.

bir kere tüm urfalılara kesinlikle tavsiye ediyorum. zira konu ne kadar dallanıp budaklansa da bir şekilde urfa’ya urfalılığa geliyor. yine yakın tarihe ilgi duyanlar için de bulunmaz anekdotlarla dolu muhteva yönünden hayli muhkem bir eser. söyleşi gerçekleştiren ismail sert’i de ayrıca tebrik ederim. ibrahim halil çelik her ne kadar hatipliği ile bilinse de, konuşmayı yönlendirmesi gayet başarılı….

#ibrahimhalilçelik #halilçelik #urfa #şanlıurfa #urfatarihi #refahpartisi #ismailsert #heceyayınları #islamcılık #yirmisekizşubat

8 Ocak 2024 Pazartesi


neşeli günler’in tutunamayanı ziya’nın kurbanının yüzünde derin kesikler oluştururken art arda sıraladığı ve türk milletinin hafızasına kazıdığı, o isimlerden biri daha gitti, alman futbol efsanesi franz beckenbauer. tek kanallı dönemin tüm figürleri gibi anılarımızdan bir parçayı da beraberinde götürdü.

kayzer lakaplı yıldız, başarılarla dolu kariyerine karşın kendi hikâyesinin kahramanı olmaktan çok cruyff’un öyküsünün antikahramanı olarak kazındı hafızamıza. yetmiş dört dünya kupası’nda hollanda’nın peri masalı, kupa beckenbauer’in ellerinde yükseldiğinde son bulmuştu.

lakin ister kahraman olsun ister antikahraman bu suretler bizim için çocukluk dediğimiz o büyülü çağın birer imgesi. yani parliement pazar gecesi sineması, vezüv soba, arap sabunu kokusu, cenk koray, bizimkiler yahut vita tenekesinde açmış çiçekler nerede duruyorsa kaybeden cruyff ile kazanan beckenbauer da orada birlikteler…

belki de bundan sebep, kayzer’in ölüm haberini alan pek çok akranım gibi ben de arka planda bir alman ezgisi yerine, sezen aksu’nun tükeneceğiz’i duydum...


#franzbeckenbauer #kaiser #tükeneceğiz #yetmişler #seksenler #seventies #eighties #çizim #drawing #germanfootball #nostalgia #nostalji

4 Ocak 2024 Perşembe


 “zor zamanlar güçlü insanları; güçlü insanlar iyi zamanları; iyi zamanlar zayıf insanları; zayıf insanlar da zor zamanları yaratır!”

ilk bakışta klişe bir sosyal medya aforizması gibi duran bu cümle birleşik amerikalı yazar michael hopf’a ait. önermenin ne denli haklı olduğunu anlamak içinse osmanlı’nın son dönemi ve cumhuriyetin ilk yarısında yetişen aydınlarla ikinci yarıdan itibaren giderek artan çürümeyi mukayese etmek kafi…

şair, yazar, gazeteci, senarist, eleştirmen, televizyon programcısı mütefekkir, dava ve kavga adamı attila ilhan dönemdaşı pek çok münevver gibi mahpusluk, ömür boyu süren takibat, zorunlu yurt dışı macerası, işsiz kalma gibi tekinin modern çağ insanını intihara yöneltecek belalı bir yaşamı, konformizm bataklığında planlarını öteleyerek yaşamını tüketen bizlere nazire yaparcasına üretken geçirmiş. bu sebeple kaptan’ın selim ileri ile nehir söyleşini okurken sık sık on ömürlük serencamı seksen yıla sığdırmasının şaşkınlığını yaşadım.

attila ilhan kendi deyimiyle toplumcu bir aydın. lakin ilhan, türkiye solunun tarih sahnesine çıkışından bugüne bir türlü özümseyemediği türklük bilincine fazlasıyla sahip. nehir söyleşi boyunca sık sık türk soluna getirdiği eleştiriler pekala türkiye’de toplumcu bir hareketin manifestosu olabilecek zenginlikte bir fikri altyapıya sahip.

eserin odağında elbette attila ilhan’ın yaşamı tüm merhaleleriyle yer alıyor. lakin eser biyografik olmanın ötesinde türk düşünce ve kültür sanat hayatı için de bir almanak hüviyetinde. atsız’dan nazım hikmet’e, sadri alışık’tan doğan avcıoğlu’na nice eşhas. varlık dergisinden şiir matinelerine, yerel gazetelerden trt’ye pek çok kurum ve olaya dair anılar eserde okuyucuyu bekliyor. diğer nehir söyleşilerde rastlamadığım biçimde küçük bir seçkinin eserin son kısmına eklenmesi de okuyucu için hoş bir sürpriz olmuş…

en iyisi sözü attila ilhan’a bırakayım:

“…şairler dolaşır saf saf

tenhalarında şiirler söyleyerek

kim duysa / korkudan ölür

-tahrip gücü yüksek-

saatli bir bombadır zaman

an gelir

attila ilhan ölür.”


#attilailhan #selimileri #kitap #nehirsöyleşi

1 Ocak 2024 Pazartesi


seneye hemşehricilik yaparak başlayayım. on parmağında on marifet urfalı sanatçı sedat anar’ın öykü kitabı ‘paganini dinleyen inekler’i yılın son iki gününde okudum. dokuz hikayeden oluşan eser, anar’ın kaleme aldığı ikinci kurgu eser ve ilk öykü kitabı olma niteliğini taşıyor. daha önce anı-otobiyografi, inceleme ve roman türünde yapıtlar veren başarılı müzisyen bu kez içindekileri öykülere dökmüş.

aslında eseri öykülerden oluşması sebebiyle kurgu sınıflandırmasına tabii tutsak da, kitabı bitirdiğimizde yine anar’ın anlatısını otobiyografik unsurların üzerine inşa ettiğini görüyoruz. öyküler mekan, olay ve çatışma anlamında sedat anar’ın yaşantısından derin izler taşıyor. hatta bazılarında yazarımız doğrudan başrolde yer alıyor.

geleneksel – yenilikçi tenakuzu, büyükşehire gelen taşralının yaşadığı psikolojik zorluklar, türkiye’de sanatçı olmanın getirdiği toplumsal baskı, gelir adaletsizliğinden nasibi alan kesimler anar’ın kitabında referans noktaları olmuş. sular altında kalan eski halfeti, techir sebebiyle boşaltılan ermeni köyleri de sedat anar’ın yaşamından izler olarak karşımıza çıkıyor.

paganini dinleyen ineklerde dert ve keder, “bizi insan yapan hüzündür, çünkü sadece hüzünle en saklı yanımız ortaya çıkar: insan yanımız.” mısraının hakkını verircesine hemen her öyküye sirayet etmiş. öyle ki mizahi bölümlerde bile yazarın bir kahramanından bahsederken kullandığı, “gülüşünde bile bir hüzün saklıydı” cümlesinin hakkını verircesine duygusallık hâkim.

eserde aksayan yönler yok mu diye soracak olursanız, elbette anar’ın ilk öykü kitabı olmasından kaynaklı zaman zaman eksikler göze çarpıyor. bu bazen bir kelime seçiminde bazen de kullanılan bağlaç yahut edatın fazlalığıyla kendini gösteriyor. ancak kullanılan dilin ve kurgunun sahiciliği bu kusurları örtmeyi başarıyor.

#sedatanar #paganinidinleyeninekler #iletişimyayınları #okumakiptiladır #kitap #kitapkurdu #kitaptavsiyesi #öykü #öykükitabı #kitapönerisi #okudumbitti #bookstagram

28 Aralık 2023 Perşembe


sene biterken iki bin yirmi üç yılında benim için enleri paylaşayım efendim:

kitaplar

roman: afili hafiye – murat menteş

kurgu dışı: çalınan dikkat – johann hari

dil: babil kulesi kitabı – mahir ünsal eriş

şehir: ötekilerin başkenti – gökhan duman

nehir söyleşi: cumhuriyetle özdeş bir yaşam – özden toker / mehmet alkan

inceleme: altmışlı yıllardan altmışıncı yıla – ozan yusuf polatoğlu

spor: nasıl yıldız olunmaz – ergin keleş

hayal kırıklığı: azınlık – ishak reyna


dizi – müzik 

dizi: yaratılan – çağan ırmak 

albüm:  şen olasın ürgüp - refik başaran


podcastler:  

ben okurum – deniz yüce başaran

nasıl olunur – nilay örnek

geri dönüyoruz – mahir ünsal eriş / töre sivrioğlu

avangart – yalın alpay

bi gidene soralım – emre onar

nereden başlasam – can kozanoğlu / mirgün cabas


#zraporu #kültürsanat #edebiyat #ikibinyirmiüç 

27 Aralık 2023 Çarşamba


çağına fazla gelen, deha sahibi her ince ruhlu insan gibi; akif'in hayatının tek kelimelik özeti de yalnızlıktı. münzevi hayatının ilk safhasında,  kalabalıklar içinde tek başına; ikinci döneminde ise kalabalıklardan uzak yalnız yaşadı ve öyle öldü. sınırların içine hapsedilmeyecek büyük bir mütefekkir, yaradılıştan gelen mükemmel bir şairdi. vefat yıldönümünde rahmet dileyerek, sözü akif gibi münzevi ve anlaşılamamış bir başka dahiye, atsız bey'e bırakalım...

"akif, şair, vatanperver ve karakter adamı olmak bakımından mühimdir. şairliğine kimse itiraz edemez. onun oldukça bol manzum eserleri arasında öyle parçalar vardır ki türk edebiyatı tarihinde ölmez mısralar arasına girmiştir. vatanperverliği, tam ve tezatsız bir vatanperverliktir. akif, sözle vatanperver olduğu halde fiille bunu tekzip edenlerden değildi.

karakter adamı olmak bakımından da akif eşsizdir. o, daima bulunduğu kabın şeklini alan bir mayi veya cıvık bir halita değil; şeklini sıcakta, soğukta, borada, kasırgada muhafaza eden katı bir cisimdir. islâmcı olmasını kusur diye öne sürüyorlar. islâmcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve en yüksek ülküsü idi. bugünkü türkçülük ne ise dünkü İslâmcılık da o idi. esasen islâmcılık osmanlı türklerinin milli mefkûresiydi. on dördüncü asırdan beri türklerden başka hiçbir müslüman millet, ne araplar, ne acemler, ne de hintliler islâmcılık mefkûresi gütmüş değillerdir.

bir osmanlı şairi olan akif'te millî mefkûre kemaline ermiş, fakat yeni bir millî mefkûrenin doğuş zamanına rastladığı için geri ve aykırı görünmüştür. mazide yaşayanların fikir ve mefkûreleri bize aykırı gelse bile onları zaman ve mekân şartları içinde mütalaa ettiğimiz zaman haklarını teslim etmemek küçüklüğüne düşmemeliyiz. 

çanakkale şehitleri için yazdığı şiir kâfidir. başka söz istemez. akif insandı, dönmedi ve öyle öldü."

atsız - kızılelma - yirmi altı aralık, bin dokuz yüz kırk yedi 

20 Aralık 2023 Çarşamba

çocuk; mahalle baskısı, din, kanun, el alem ne der gibi duvarlar ile etrafı henüz örülmediği için olayları bütün çıplaklığıyla görür, tepkilerini de yine bariyerlerden azade olmanın pervasızlığıyla verir. haberi çocuktan almamızın sebebi, çocuğun henüz dış sansüre karşı korkusuz ve otosansürden habersiz olmasındandır. belki de bu sebeplerle içindeki çocuğu, yetişkinliğine taşıyabilenlere ya sanatçı deniyor ya da deli. ikisi arasındaki sınırların muğlaklığı da bundan ötürü olsa gerek. sen 

çağan ırmak da içindeki çocuğu yaşatmak şöyle dursun, yetişkinliğiyle o çocuğu en iyi arkadaş haline getirebilen bir sanatçı. daha önce bütün ülkeyi ağlattığı filmlerde bile çocuğun gözünden hayal sahneleri koymaktan çekinmeyen, ulak’ta bir masal evreni inşa edip, anlatısına mesken kılan, hülasa hemen her işinde ağlatırken tebessüm ettiren, güldürürken de hüzünlendiren bir isim. yani eserleriyle,  topluma bir çocuğun duygu değişkenliği yaşatabilen bir yazar.

işte hep kamera etrafında gözlemlediğimiz o muzip oğlan çocuğu bu kez klavyesinin başına geçmiş ve kitapseverlere ‘gözümden deliler taştı’yı armağan etmiş; yüzünde yine gülümsemeye eşlik eden hafif utangaç hafif de oyunbaz bir tavırla. eser, çağan ırmak’ın yetmişlerde geçen öykülerinden oluşuyor. aslında anılarından da denebilir lakin yazılanların ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek muhtemelen bunu ırmak’tan başkası hiçbir zaman bilemeyecek.

zira sinematografisindeki üslubu kitapta da sürdüren çağan ırmak, ‘gözümden deliler taştı’da ege’nin herhangi bir kentinde rastlayacağınız karakterleri, okurlara büyülü gerçeklik penceresinden izletiyor. o sebeple sayfaları çevirdikçe, kimi zaman plajda yenmesi için pişirilen köftelerin kokusu geliyor burnunuza, kimi zaman kulağınıza sinema perdesinde oynayan filmin sesi. bir yandan da, ölülerin de konuşabileceğini kabulleniyorsunuz bu gerçeklik içerisinde…

#gözümdendelilertaştı #doğankitap #kitap #bookstagram #çağanırmak #kitapönerisi #öykükitabı #okudumbitti #kitaplık #kütüphane #turkishliterature #türkedebiyatı #kitapkurdu #kitaptavsiyesi

15 Aralık 2023 Cuma

 

arif sağ ile ilgili ilk anılarım oldukça sisli ancak tek sebep her ikisinin de üzerinden otuz yıldan fazla geçmesi değil…

ilki ahmet dayımın evinde. seksenlerin sonu, cunta hala kara bir bulut gibi memleketin üstünde hükümferma. ailemizde fikir yelpazesinin sol tarafında kalan birkaç kişiden biri olan dayımın evinde bayram ziyaretindeyim. vhs kasetten yasaklı bir konser izliyoruz. uzun kâkülleri yüzüne dökülmüş bir adam ter içinde, sonradan adının şelpe olduğunu öğreneceğim teknikle, mızrapsız bağlama çalıyor. aslında çalma yüklemi durumu anlatmakta yetersiz, adam cezbe ile sazıyla bütünleşiyor. her tınıyı yaşıyor.

yine seksenlerin sonu, bir pazar günü, babam dükkandan erken gelmiş. hava alabildiğine sıcak. teybi de balkona çıkarmışız. babam üzüm yerken, hele o “belkıs akkala’nın bandını koy diyor. “sesini çok açma ha” diye de tembihliyor. hoparlörden önce bir bağlama solo yükseliyor. uzadıkça uzuyor ama bırakın sıkmayı, dinleyenleri saygı ile toparlanmaya sevk ediyor. az sonra da belkıs akkale ile arif sağ türküye giriyor. babamın gözünden yaşların sessizce aktığını görüyorum. üzümler boğazımda kalıyor, yutamıyorum.

işte bu hatıraların eşliğinde aldım muhalif bağlama’yı elime. biyografi ve nehir söyleşilerin müptelası olduğum için de almamla bitirmem arasında sadece üç gün geçti. kitap tüm nehir söyleşiler gibi okuyucuyu akıntısına kaptırıp götürüyor. şenay kalkan’ın da hakkını teslim etmek lazım. kalkan, uzun yılların tanışıklığını bir kenara bırakıp, arif sağ’ı sorularıyla bolca terletmiş eserde. kendiyle ilgili hayli ketum olduğunu anladığım usta ismi konuşturmak herkesin harcı olmasa gerek.

eser, arif sağ’ın doğumundan, iki bin dört yılına kadarki sanat, siyaset ve özel hayatını ele alıyor. tabii ki spotlar arif sağ’ın üstüne çevrilse de sahne hayli kalabalık. muhalif bağlama, türkiye’nin altmış yıllık dönemde yaşadıklarına ve pek çok portreye arif sağ’ın gözü ve yaşadıkları üzerinden bakma olanağı sunuyor.unutmayın türk varsa türküler; türküler varsa türk vardır. o yüzden, kurban olam mızrap tutan ellere… 


#arifsağ #muhalifbağlama #şenaykalkan #alevi #bağlama #kitap #kitapönerisi #arifsag

“kitap sevgisi diye bir sevgi vardır sanırım. ana sevgisi, kardeş sevgisi, yar sevgisi gibi bir sevgi. bu sevgi insanın içinde doğuştan mıdır? yoksa sonradan mı uyanır? bunu bilmiyorum. daha doğrusu, ben şöyle inanıyorum: kitap sevgisi de bütün öbür sevgiler gibi doğuştan vardır; ama uyuyordur. onun, zamanı gelince uyandırılması gerekir.”

bu cümleler fakir baykurt’un harikulade eseri ‘eşekli kütüphaneci’den. her satırı kitapseverlerin yüreğine dokunan eser, “eşekli kütüphaneci” lakabıyla maruf mustafa güzelgöz’ün yaşam hikâyesini anlatıyor. türk edebiyatının en yetkin kalemlerinden fakir baykurt, gerçeklikle bağını hiç koparmadan dört dörtlük bir roman meydana getirmeyi başarmış.

içeriğe girmeden önce tekniğe dair birkaç cümle etmekte fayda var. baykurt kaleminin yetkinliğini konuşturarak, hem güzelgöz’ün sergüzeştini tüm detaylarıyla aktarıyor hem de kurgu karakterler ve olaylarla anlatısını tahkim ediyor. fakir baykurt’un yapıtı bu yönüyle biyografik roman nasıl yazılır soruna cevap niteliğinde…

kitabın muhtevasına gelecek olursak kırklı yıllarda, ürgüp çevresindeki köylere eşek sırtında kitap taşıyan, modern prometheus kütüphaneci mustafa güzelgöz’ü merkeze alan eser, bir yandan da dönem romanı olma özelliği gösteriyor. köy enstitülerinden halk evlerine, darbelerden taşra boğuculuğuna, mübadeleden mahalli futbola pek çok mevzuyu alt metinde ele alıyor.

okuyacakları düşünerek daha fazla ayrıntı vermeyeyim lakin şunu ekleyeyim, cumhuriyet aydınlanmasının isimsiz kahramanlarından mustafa güzelgöz’ün hayatı ve okutma seferberliğini konu alan “eşekli kütüphaneci” kitaba dost herkesin zevkle okuyacağı ve uzun süre etkisinden çıkamayacağı bir eser…

#eşeklikütüphaneci #mustafagüzelgöz #fakirbaykurt #türkedebiyatı #kitapönerisi #storytel #seslikitap #bookstagram #audiobook #kitap #book #ürgüp

28 Kasım 2023 Salı


babam, süregiden aşırı yoğunluk, ne yaptığını dahi algılayamadan kendini günlük koşuşturmacanın akışına bırakma ile ilgili harhariyat tabirini kullanırdı. yıllar sonra bu kelimenin peşine düştüm. ve sürpriz sonuç, hiçbir türkçe sözlükte böyle bir sözcük yoktu. 

tabii ki vazgeçmedim ve ilk iş, doğu türkçesi ile farsçanın yoğun ilişkisinin üzerine gittim ve bingo! kelimenin kökü olan ‘harhar’a ulaştım. türkçemiz, örneğine sık rastlanır biçimde farsçadan aldığı kökü, arapça bir ekle melezleştirmiş sonra da kendi diline yeni bir kelime kazandırmıştı.

benim şaşkınlığımı asıl ikiye katlayan ise harhar sözcüğünün anlamı oldu. bu kelime farsçada, hem dinmeyen arzu hem de gönle çökmüş hüzün anlamına geliyordu. al sana tek kelimede naylon çağın özeti… 

arapçada, devenin diken çiğnerken ağzını kanatması, sonra da o kanın tadına tav olup, kan kaybından ölünceye kadar bu eylemi tekrarlamasını tanımlamak için kullanılan harese kökünden üretilen hırs kelimesi gibi harhar da…

kapitalizmin ve konformizmin dayattığı sonsuz arzular uğruna yaptığımız koşunun bitiş çizgisinde yorgun ve üzgün bir gönülden başka bir şey olmayacağını bize anlatıyor. zehirde anlaştık, peki panzehir?

o reçete ise biraz uzaktan italya’dan, bir kelime değil, söz grubu: dolce far niente. kelime anlamı olarak hiçbir şey yapmamanın hoşluğu diye çevriliyor. daha doğru bir tabirle ise bir yere ya da şeye yetişme telaşı olmaksızın yapılan keyfekeder iş…

dolce far niente benim de çağın demir cırnağından kurtulmak sıkça başvurduğum bir yöntem. zaten başka türlü bu harhariyat içinde fırsat bulup, harhariyatın anlamının peşine düşebilir miydim?


#harhariyat #dolcefarniente #kelimeler #etimoloji #türkçe #naylonçağ #urfa #terzisaitsavaş #saitsavaş

24 Kasım 2023 Cuma


şimdiki nesil şanslı azizim. bakıyorum, gençler günün anlam ve önemini ihtiva eden mesajlarıyla birlikte öğretmenleriyle çektikleri fotoğraflarını paylaşıyor. 

bizim çağımızda fotoğraf: düğün, okula başlama vb duraklarda işaret için kullanılan bir nevi mihenk taşlarıydı. o sebeple ben öğretmenlerimi eli ağır olanlar ve dayak yediğimde hala sırıtabildiklerim şeklinde hatırlıyorum.

lakin bahtsızlığım şu ki, doksanların urfa’sında, öğretmenlerin ekseriyeti ilk gruba mensuptu. ikinci grupta olanlar ise cetvel, tahta silgisi gibi teçhizata sahip olduğundan benim için yolun sonu aslında hep sızlayan avuçlar yahut beş parmak izli yanaklar olurdu.

politik doğruculuk çağında çok ayıp ve travmatik şeyler gibi görünse de benim malumatfuruşluğumdan kaynaklı ukalalığımı dizginleyen yediğim bu kötekler oldu. 

ilginçtir, dayak grafiğim bilgi düzeyimle orantılı biçimde arttı hep… ilk öğretmenim emire çetinok, “gezmeye gitmeyin, ders çalışın” diyor diye halamlara giderken bile duvar diplerinden etrafı kollayarak geçen bir çocuk olduğum için ilkokul çağı benim için sıra dayakları hariç sakin geçti.

ömrümün yedi yılının geçtiği şanlıurfa anadolu lisesi ise, kemal sunal’ın şark bülbül’ü filmini kıskandırırcasına mazlumvari bir zaman dilimi oldu. 

haşarılığın, haylazlığın ve ukalalığın sınırlarını zorladığım bu dönemde hemen her idarecinin ve öğretmenin vuruş şiddetini, yarattığı basıncı, oluşan izin geçeceği süreyi ezbere bildiğim bir dönemdi. 

hasılı öğretmenlerim bir heykeltıraş misali envaı çeşit darbelerle karakterimi şekillendirip beni bugünlere getirdi.

buraya kadar okuyanlar merak edecektir. eğitim hayatın dayaktan mı ibaret diye 🙂

yok efendim, yukarıdaki kısımlar elbette işin latifesi. ama şehit öğretmenlerimizin fotoğrafları bir kolaja sığmayacak çokken. toplumda öğretmenin yeri maddi manevi olarak tatmin edici bir noktada değilken, atamayı bekleyen binlerce öğretmen varken ve özel eğitim kurumları öğretmenleri ırgat gibi kullanırken beylik cümlelerle anmak yerine ancak izahı olmayanın, mizahı olur kolaycılığına sığındım…

öğretmenler günü, bu ahval ve şerait içinde kutlu olabildiği kadar kutlu olsun…


- görsel: doksan yılı, yeğenim ilknur ile bozkurt’un önü-

15 Kasım 2023 Çarşamba

 


şu çağda düz dünyacılar, reptilyancılar falan kendine taraftar bulup, dünyayı kurtaran adam’ın senaryosuna rahmet okutacak düşüncelerini yayarken biz mutfaklarımızı sinsice işgal eden şeytan pişirgecine tepki gösteremiyoruz. bu hali ancak ahval ve şeraitin vahametini henüz kavrayamayışımıza veriyorum.

evet efendiler, türk mutfağı hiçbir tarihte olmadığı kadar tehlike altındadır. şeytan pişirgeci, göktürk kağanlığına giren çinli prenses misali çalışmakta ve ışıltı görüntüsüne aldanan milletimizin altını oymaktadır. kendimize geldiğimizde elimizde sadece tadı birbirinin aynısı tarifler kalmış olacak.

doğru tahmin ettiniz eyırfrayır denen o meşum aletten bahsediyorum. türk dil kurumu henüz karşılık bulmadığından ben şimdilik şeytan pişirgeci diyorum. siz iblisin fırını, albız aşhanesi, portatif tamu yahut erliğin tenceresi de diyebilirsiniz.

kırk asırdır kuyruk yağını merhem niyetine kullanan, zeytinyağını boydan sürünüp er meydanına çıkan, iç yağıyla lıklıkı köfte yapan, sade yağı tatlısına boca eden bir milletin ahfadı aman efendim yağsız olsun diyerek, etinden, patlıcanına, tatlısından, tuzlusuna envai çeşit taamı aynı usülde pişiriyor.

ey türk milleti titre ve kendine dön. kızartma yağda, haşlama suda, büryan kuyuda, kuzu tandırda, börek kuzinede, tavuk tuzda, balık ızgarada, kanat mangalda pişer. türkün kozmik odası olan mutfağına musallat olan eyırfrayır denen pişirgeç, yavuz’u öldüren şirpençeden daha az zararlı değildir.

gürbüz delikanlılarımızı, dalyan gibi kızlarımızı çekemeyen mahifllerin, türk milletine beşinci kol faaliyetidir. beni evhamlılıkla suçlayacaklardır. soruyorum; makine, silah, kapı, motor, şanzıman yağlanırken türkün bünyesini yağdan mahrum bırakmak bir casusluk faaliyeti değilse nedir?

buraya kadar okuduysanız hemen bakır leğeninizi kapın, içini dört litre kadar zeytin yağıyla doldurun. (o arada elinize bulaşan yağı bir güzel yanaklarınıza sürmeyi unutmayın.) sonra içine mebzul miktarda patlıcan ve biberi atın. onlar kızarırken, siz fokurdama sesiyle vecd halindeyken, şu şeytan pişirgeci meselesini bir daha düşünün…

3 Kasım 2023 Cuma



yüreğinde merhametin zerresini taşıyan herkesin aldığı nefesten utandığı kirli bir savaşa tanıklık ediyoruz. masum insanların ölümünün çoklu sayıları sadece bir artırdığı bu günlerde herkes ne yapabiliriz diye düşünürken, bildiği yolda “delinse yer, çökse gök,yansa, kül olsa dört yan/ yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan…” şiarıyla yürümeyi sürdürenler de var.

gaziantep’teki kitap şuuru hareketinin meyvesi olan çelebi dergisi “türk masalları” dosya konulu onuncu sayısıyla okuyucunun karşısında. bir avuç inanmış insanın bu ısrarını strebnitsa’da bombalar yağarken bilge kral aliya’nın ulusunun sığınaklarda, bugünler geçecek, gelecek nesiller kendini yetiştirmezse asıl o zaman savaşı kaybederiz bilinciyle yaptıklarına benzetiyorum.


“kan susar birgün/ zulüm biter/ menekşeler de açılır üstümüzde/ leylaklar da güler/ bugünlerden geriye/ bir yarına gidenler kalır/ bir de yarınlar için direnenler...” diyor ya adnan yücel, bilgi çağında direnişin en kutlusu kalemle, kitapla yapılmaz mı? bu düzen değişecekse gençosmanoğlu’nun, “and olsun kaleme, kâğıda/ bir millet yarattım doğuda/ türk diye bir yüce ad verdim.” mısralarında tarif edilen milletten başkası yapabilir mi bunu?


duygular sel olup taşınca, dergiye değinmek sona kaldı. çelebi, ahbap çavuş ilişkisiyle toplanmış değil alanında yetkin kalemlerden oluşan yazar kadrosu ile türk masalları konusunu derinlemesine incelemiş. her yazının sonundaki dipnotlarla da hevesliler için yeni kitapların yol haritasını çizmiş. çelebi dergisi’nin tüm bunları ideolojik duruş sahibi olup, ideolojik körlüğe düşmeden yapabilmesi ise takdirin en büyüğünü hak ediyor.


türk masallarına dair çocuklarınıza bırakacağınız evladiyelik bir başucu kaynağı arıyorsanız yahut bu serdengeçtilerin başlarken altını çizdiğim aşkla yüklendiği sorumluluğa bir omuz vermek istiyorsanız sosyal medyadan ulaşarak dergiyi adresinize isteyebilirsiniz. kanın ve gözyaşının dindiği günlerde nice sayılar olsun dileğiyle, çelebi’ye emek verenlere sonsuz teşekkürler…


#çelebidergisi #kitapşuuru

31 Ekim 2023 Salı


bazı insanlar kutup yıldızı gibidir. yeryüzünden yüz hatta bazen üç yüz yılda bir geçerler. ancak ne acıdır ki, onların geçişi bir kutup yıldızının ihtişamıyla olmaz. çağdaşları tarafından anlaşılamadıklarından onlar için hayat; sıkıntı, yalnızlık ve alay edilme ile geçer. galileo, da vinci, kopernik, hezarfen, neyzen tevfik… gibi birçokları öldükten asırlar sonra anlaşılır ve iade-i itibara mazhar olur. fakat bu insanlar içinde öyle bir grup vardır ki, onlar için coğrafya kaderdir. ne kadar çabalasalar da, doğdukları mutaassıp çevrenin kabuğunu kıramazlar. âşık oldukları topraklar onlar için birer pranga hüviyetine bürünür. onlardan birini, hiç görmemiş olsam da iyi tanıyorum: mustafa dişli…

mustafa amca, kayıtlara göre ben dünyaya geldikten iki yıl sonra vefat etmiş. fakat bizim evde ve dükkânda hala olanca canlılığıyla yaşamaya devam ediyor. onun darb-ı meselleri ve hatıralarıyla büyüdüğüm için kendimi şanslı sayıyorum. doğduğum topraklar, büyük insan yetiştirme konusunda mahir olsa da, mustafa amca çok yönlülüğüyle her zaman ayrı bir yerde duruyor. bir insan düşünün ki; terzi, siyasetçi, hatip, şair, yazar, halkbilimci, stk başkanı, futbol hakemi, sinema oyuncusu, organizatör… vb. birbirinden bağımsız alanlarda üstün yetenekli olsun. hem de bin dokuz yüz altmışlı, yetmişli yılların urfa’sında, tamamen kendi çabasıyla bu hususiyetlerle donanmış olsun. işte fazlası yok, eksiği var, o kişi: mustafa dişli’dir…

peki, böylesi bir cevher hak ettiği ilgiyi yaşadığı çağda görmüş müdür? kolayca tahmin edebileceğiniz gibi bu sorunun cevabı olumsuzdur. hatta daha acısı, vefatından günümüze kadar da, vefa örneği birkaç yerel çalışma dışında hakkıyla tanıtılıp, anlaşılmamıştır. ömrü boyunca, alay etmeye varan tazyikle karşı karşıya gelen mustafa amca, devletinden de üzerine düşen payı almıştır. on iki eylül cuntasının işkence tezgahından geçtikten kısa süre sonra baki aleme göçmüştür… hazindir ki, adına, sempozyumlar, edebiyat yarışmaları, film festivalleri düzenlenmesi gereken bu değer elli yıl sonra da yok sayılmaya devam edilmektedir. baht utansın… 


#mustafadisli #mustafadişli #urfa #şanlıurfa #kültür #sanat #vefa #aslanyeleliadam

29 Ekim 2023 Pazar


tarihin en çok konuşulan vasiyetnamesinin muhatabı yağmur atsız beğ seksen üç yaşında hayata veda etti. atsız beğ dünya üzerindeki hemen tüm millet, etnisite, toplulukları; geçmiş, gelecek, dahili, harici, potansiyel vb düşman şeklinde sınıflandırdığı o meşhur vasiyeti oğlu yağmur için kaleme almıştı.

yağmur beğ her namlı babanın oğlunun kaderini yaşadı. seksen üç yıllık yaşamı, yeryüzüne ayak basmış en nev’i şahsına münhasır insanlardan atsız beğ’in gölgesinde geçirdi. belki de bu sebeple pek çok kaderdaşı oğul gibi gözlerden hatta memleketten uzak bir hayatı seçti ve hayatının büyük kısmını geçirdiği köln’de vefat etti. isteği üzere oraya da defnedilecek.

hep babasına layık olmamakla itham edilse de yağmur beğ dört dörtlük bir entelektüel, duruş sahibi bir fikir adamıydı. nitekim arkasında birbirinden kıymetli yapıtlar bıraktı. bence atsız gibi birinin bir daha gelmeyeceğini kabul edip, değerlendirilseydi yağmur beğ ile ilgili daha sağlıklı bir kanaate varılırdı.

türkçeye hakimiyeti ve babasını andıran yalın kılıç gerçekçi aynı zamanda sarkastik üslubu sebebiyle yağmur beğ’in tüm kitaplarını büyük bir iştahla okudum. özellikle 'meçhul genç gazeteciye mektuplar' ve 'ömrümün ilk altmış beş yılı' referans niteliğinde eserlerdi. farklı gazeteler için kaleme aldığı köşe yazılarını da aynı heyecanla takip ettim. 

bu arada yağmur beğ’in beni işletmişliği de var…

sanırım iki bin dokuz yılında kişisel verileri koruma kanuna muhalefet etme pahasına telefonunu bulup aramıştım. karşımda tam bir istanbul beyefendisi vardı. “yağmur bey yok buyrun ben yardımcı olayım” dedi. o günkü cahil cesaretimle, atsız ile ilgili bir roman yazmak istediğimden falan bahsettim. muhtemelen benzer epeyi arama aldığı için birkaç espri ile beni geçiştirdi, konuşmayı sonlandırırken de kimliğini ifşa etti.

son olarak kaderin cilvesi midir bilinmez, atsız ile inişli çıkışlı bir ilişkisi olan necip fazıl kısakürek’in maşeri hafızaya kazıdığı şiiriyle tarihin bir diğer çok ünlü seslenişinin muhatabı mehmed kısakürek de geçtiğimiz hafta içinde dünyaya veda etmişti. 

yani birkaç gün içinde “mehmed’im” ile “oğlum yağmur” hitapları muhatapsız kaldı…

#yağmuratsız #atsız #yagmuratsiz

23 Ekim 2023 Pazartesi

 

kalubelada türk’e gurbet yazılmış olacak ki milletimizin sıla özlemi hiç dinmemiş. eski dünya tabir edilen coğrafyadaki hemen her kavim kendini bildi bileli aynı topraklardayken, türkün sergüzeşti bering boğazından, kuzey afrika’ya avrupa içlerinden hindistan’a at üstünde geçmiş. 

yüzyıllar süren fetihler, savaşlar ve yenilgilerin ardından tam konargöçerlik bitti derken bu kez ekmek peşinde gurbete düşmüş türk milleti. avustralya’dan arabistan’a, kuzey amerika’dan avrupa’ya dört bir yana dağılmış alın yazısı gurbet olan milletin evlatları…

belki de bu yüzden gurbet ve sıla türkçeye özgü kelimeler. nitekim bu iki kavramın dünyadaki dillerde birebir karşılığı yok. 

nasıl olsun ki? var mı yeryüzünde vatanına böylesi hasret kalan, var mı gurbeti yavrusuna sıla olan, yavrusunun sılasında gurbeti yaşayan?

işte, türkün bin yıllar süren gurbetliği altmış birdeki büyük göçle birlikte tek kelime inmiş: alamanya oluvermiş. anadolu’nun elektrik girmemiş köylerine berlin tren garının, ren nehrinin üzerindeki köprülerin adı girivermiş.

her mühim hadise gibi yüzbinleri anadolu’nun bağrından avrupa’nın göbeğine sürükleyen bu büyük göç de zaman içinde kendi edebiyatını oluşturmuş. lakin sılada kalanlara, gurbete gidenlerin varlığı nasıl yaban gelmeye başladıysa sözü de öyle olmuş. yıllar boyu avrupa türklerinin yaz/g/ısı derli toplu araştırılmamış.

neyse ki yıllarca gurbet ve sılayı söz ile saza döken ozan yusuf polatoğlu iş başa düştü deyip, harikulade bir çalışma ortaya koymuş. fakat ne acıdır ki polatoğlu’nun ömrü uzun yıllara yayılmış çabasının bu eşsiz ürününü görmeye vefa etmemiş.

vefatının ardından yayınlanan yapıtı için polatoğlu sadece basılı eserleri değil, süreli yayınlardan, müzik eserlerinin güftelerine gurbet ve sıla üzerine söylenmiş ne varsa taramış hatta bunla da yetinmeyip röportajlarla dört başı mamur bir göç antolojisi meydana getirmiş. 

ilgilisi için hazine değerindeki bu eseri polatoğlu’nun vefatının ardından yayına hazırlayan mahmut aşkar’a, neşreden avrupa türk islam birliği, atib’e ve bana ulaştıran mehmet borukcu ağabey’e de teşekkür ederek bitireyim.


@ozanyusufpolatoglu @atibunion #göç @cigiryayinlari #gurbetçi #sıla #hasret #almanya  #kitap

“hadi oğlum gelmisense ben gidiyem örgetmen kızacak” deyince yılmaz, büyü bozuluyor bir anda. o küçücük vitrinde az önce transformers’lar ha...